Fizik kalite, kafa vuruşu, bitiricilik, bitmek tükenmek bilmeyen bir çalışkanlık ve çok daha fazlası… Didier Drogba, bunları çok iyi yapabildiği için futbol tarihinin en iyi golcülerinden oldu. En iyi dönemlerinde Premier Lig’i kasıp kavuran Drogba’ya ”ikon” desek yeridir zira o saha içinde yaptıklarını saha dışında gösterdikleriyle destekledi. İşte bu yüzden Didier Drogba bir futbolcudan daha fazlası.
Fildişi Sahili’nin en büyük şehri Abidjan’da dünyaya gelen Drogba, hayatının kırılma noktasını çok erken yaşadı diyebiliriz. Beş yaşındayken profesyonel futbolcu olan amcası Michel Goba ve eşi, onu yaşadıkları Fransa’ya götürdü. Bu fikre Drogba ve ailesinin geri kalanı onay vermişti. O yaştaki bir çocuğun ailesinden ayrılıp denizaşırı başka bir ülkeye gitmesi elbette çok zordu. Fransa’da psikolojik açıdan zor geçen iki yılın ardından ülkesine geri dönmek zorunda kaldı Drogba. Kurallara göre Drogba’nın orada sürekli yaşayabilmesi için yasal koruyucu ailesinin olması lazımdı. Amcası ve eşi onun sorumluluğunu resmi olarak da almak istedi fakat prosedürlerin uzun sürmesi kaldığı süreyi tamamlamasına sebep oldu. Bir yıl sonra işlemler halledilip Fransa’ya dönene kadar o sokakta futbol oynamaya devam etti. Döndükten sonra da futbola olan ilgisi hep sürdü. Amcasıyla futbol hakkında çokça şey paylaştılar. Süreç onu yerel takım Levallois’a kadar getirdi. Orada dikkat çeken performansıyla Ligue 2 ekibi Le Mans’a transfer oldu.
Le Mans’ta işler toz pembe başlamadı onun adına. İlk iki sezonu sakatlıklarla boğuşarak geçti. Spora geç başlamasıydı dezavantajı. Drogba’nın diğerleri gibi bir kariyer yoluna sahip olmaması işini zorlaştırıyordu. Fiziksel açıdan o tempoyu kaldıramadığı ortadaydı. Haliyle sakatlıklar da bunun bir sonucu sayılabilirdi. Onun geldiği dönemki teknik direktör Marc Westerloppe, her şeye rağmen Drogba’ya güveniyordu. Kötü bir futbolcu değildi, sadece biraz zamana ihtiyacı vardı ve Westerloppe da bunun farkındaydı. İşler biraz olsun yoluna girmiş gibiyken Westerloppe gönderildi. Yerine gelen antrenör Drogba’ya selefinin gösterdiği yaklaşımı göstermedi. Didier birdenbire ikinci seçenek oldu. Çok çalışmasına rağmen antrenörün ona yeterli şansı vermediğini düşünüyordu. Yine de yedekten dahil olduğu sürede iyi performans veriyordu. 2002 kış transfer döneminde Ligue 1 takımı Guingamp onu istedi. Karışık bir sürecin sonunda Drogba Guingamp’a gitti. O yarım sezonda kulübün kümede kalmasına yardımcı oldu, sonraki sezonda takdir edilesi bir gelişim gösterdi. Ligde 34 maçta 17 gol atarak dikkatleri üzerine çekti. Lyon ve Marsilya onun için yarışa girdi. O daha çok oynayacağını düşündüğü ve taraftarı olduğu Marsilya’yı seçti.
Kariyer basamaklarını hızlıca tırmanıyordu Drogba. Fransa’da gidebileceği en iyi takımlardan birine gelmişti. Burada tek sezon kalmış olsa bile performansıyla silinmez bir iz bıraktı. Tüm kulvarlarda oynadığı 55 maçta 32 gol attı. Ligue 1 ve Fransa Futbolcular Birliği(UNFP) tarafından yılın oyuncusu seçildi. Takım ligde 7.oldu ama Avrupa arenasında iyi iş çıkardı. Şampiyonlar Ligi’nden elenip UEFA Kupası’na giden Marsilya finale kadar yürüdü. ”Drogba silinmez bir iz bıraktı.” dememin sebebi kendisinin takım içi rolü ve popülerliğinin sezon içinde ileri gitmiş olmasıydı. Taraftarlar da onu benimsemişken ”Neden ayrıldı?” diye sormanız çok doğal. Roman Abramovich’in kulübe gelişiyle iddialı hamleler yapmaya başlayan Chelsea’nin hedeflerinden biri de Drogba’ydı. Drogba gitmek istemiyordu, Marsilya’da gayet mutluydu ama kulüp ona büyük bir bonservis bedeli teklif edildiği için satma niyetindeydi. Aynı zamanda onun gelecekte aynı performansı veremeyeceğini düşünüyorlardı. Bu onun ayrılması için yeterli bir sebepti. Hiç istemese de ayrılmaya karar verdi, Londra’nın yolunu tuttu.
”Drogba kendisini Marsilya’dan Premier Lig’e, gelmesi asla beklenmeyen yere, getirdiğimi asla unutmayacak kadar sadık bir adamdır çünkü o oynadığı seviye için çok genç başlamadı. Zaten Guingamp, Marsilya ve Le Mans için oynamıştı. Onu Chelsea’ye aldığımda Abramovich’in bana şunu sorduğunu net bir şekilde hatırlıyorum: ‘Kim? Kimi santrfor olarak istiyorsun?’ Avrupa’daki bütün büyük isimlerin olduğu yerde ‘Drogba’ dedim. ‘O kim? Nerede oynuyor?’ dedi. ‘Bay Abramovich, ödeyin ve lütfen konuşmayın.” [1]
Yıllar sonra televizyonda yorumculuk yaparken Drogba transferinin hikayesini böyle anlatıyordu Mourinho. Hocanın kendine has anlatımı bir yana kendisinin Drogba’yı önceden de takip ettiğini biliyoruz. Marsilya formasıyla o senenin Şampiyonlar Ligi şampiyonu Porto ile karşılaşmıştı. Porto’nun başındaki Mourinho, maçın ardından Drogba’ya ”Bir gün gücüm yettiği zaman seni takımıma alacağım.” demiş. (Drogba otobiyografisi Adanmışlık‘ta bizzat anlatıyor.) Kendisini ”Özel Biri” olarak tanıtıp geldiği Chelsea’ye onu getirdi böylelikle. Drogba’ya ek olarak Čech, Ricardo Carvalho, Robben gibi yeteneklerin transferiyle takım gücüne güç katmıştı. İddialı hamlelerin getirdiği beklenti boşa çıkarılmadı. 2004-2007 yılları arasında 2 Premier Lig, 1 FA Cup ve 2 Lig Kupası zaferi yaşadılar. Takım kazanma alışkanlığı edinmişti artık. Yoğunluğu yüksek, savunmada ve hücumda doğru işler yapan Chelsea mental olarak da sağlam bir görüntüdeydi. Bu ortamda Drogba ilk iki sezonunda da 16’şar gol atarak katkı verdi. Fena iş çıkarmıyordu ama zorluklar yaşıyordu. Premier Lig’in fiziksel temposu, İngilizce’yi akıcı konuşamaması, ve zaman zaman taraftarlarla arasının açılması gibi şeylerle boğuştu. Sakatlıklar ve yıl başlarında gerçekleşen Afrika Uluslar Kupası maçları da elbette istikrar sağlamasının önünde engeldi. Bunlara rağmen takımın kendisine olan desteği hep sürdü. Performans açısından seviye atlamasıysa tam o zamanlarda başladı.
Kupasız geçirilen 2006-07 sezonunda Premier Lig Altın Ayakkabı ödülünü alması durumun iyiye gittiğini gösteriyordu. Mourinho 2007 sonbaharında kötü performans sebebiyle kovuldu, futbol direktörlüğünden kulübeye inen Avram Grant kulübü yıllardır beklediği Şampiyonlar Ligi finaline ulaştırdı. Moskova’da tutuk bir final oynanırken Drogba 116.dakikada çıkan harbedede Vidic’e yaptığı hareket yüzünden oyun dışı kaldı. Penaltılarla kaybettiler o finali. Drogba gibi bir figürün bu kadar önemli bir finalde neden böylesine anlamsız kart gördüğünü sorabilirsiniz. Elbette sebepleri var. Final öncesinde anneannesinin hastaneye kaldırıldığını öğrenmesi ve maç içinde kendi performansına kızması o anki psikolojik durumunu etkilemiş olabilir. Yine de eminim ki finalde öyle bir şey yapmak istemezdi. Sonraki sezon enteresan geçti onlar için. Grant’in yerine getirilen Luis Felipe Scolari ile takımın kimyası tutmadı, haliyle sezonu bitiremeden ayrıldı. Geçici menajer Guus Hiddink ise kısa sürede takımın çehresini değiştirmeyi başardı. O sezon FA Cup’ı kazanan Maviler, Şampiyonlar Ligi finalinin kapısından döndü. Futbol tarihinin en tartışmalı hakem performanslarından birine sahne olan Barcelona rövanşı 1-1 bitti. Maç bitiminde Stamford Bridge ayaklanırken en şiddetli tepki verenlerdendi Drogba. Hakeme oldukça kızgın olan Didier kameralara ”Bu kahrolası bir rezillik!” sözlerini sarf etti. Kabul etmek gerekir ki Drogba saha içinde yaşadıklarını dışa vuran biri. Bahsettiğim iki durum ekstrem örnekler aslında. O an yaptıklarını kendisi de doğru bulmuyor elbette ama saha içindeki adrenalin, maçın havası duygu durumuna fazlaca etki eden şeyler. Neyse ki 2008 finalinden ve 2009 yarı finalinden sonra bir şans daha gelecekti ayağına.
Drogba, Mou sonrası dönemde normalden daha az maç oynadı. Gol sayısı bu nedenle düşmüştü. Onun ve Chelsea’nin İngiliz futbolunun zirvesine yeniden çıkışı Carlo Ancelotti ile oldu. İletişim açısından dünyada sayılı antrenörlerden kabul edebileceğimiz Don Carlo meziyetlerini Londra’da da gösterdi. Takımdaki hava fazlasıyla olumluydu. Drogba’ya sirayet etmiş olacak ki Chelsea kariyerindeki en golcü sezonunu yaşadı. Premier Lig’de 32 maçtaki 29 golüyle Altın Ayakkabı ödülünü ikinci kez alırken Maviler yeniden ligin tepesindeydi. Drogba artık ilk geldiğindeki konumundan başka bir yerdeydi. Ligin ritmine çoktan alışmıştı. Takımın liderlerinden biriydi, ayrıca ada futbolunda söz sahibi olmaya başladıklarından beri oradaydı. Dolayısıyla lider bir figüre dönüştü. Aynı zamanda Fildişi Sahili milli takımında da benzer bir roldeydi. (Buna ilerleyen kısımda tekrar döneceğim.) Fizik gücü, hızlanması ve yıllar geçtikçe seviye atlamaya devam eden bitiriciliğine hayran olmamak elde değildi. Drogba’nın ismi büyük isimlerle yan yanaydı artık.
Ancelotti’nin ikinci sezonu ilki kadar güzel geçmedi. Birçok karışıklığın ardından sezon sonunda yollar ayrıldı. Andre Villas-Boas ile başlayan 2011-12 sezonu yardımcı antrenör Di Matteo’nun birinci adam oluşuyla sürdü. Di Matteo takımı taktiksel ve mental açıdan toparlamayı başardı. Şampiyonlar Ligi hedefi artık hayal gibi görünmüyordu. Zor sayılabilecek Napoli serisi onlara özgüven kazandırdı. 3-1 kaybedilen ilk maçın rövanşında 4-1 kazanırlarken Drogba 1 gol 1 asistlik katkı verdi. 2009 yarı finalinde enteresan şekilde elendikleri Barcelona’yı yine yarı finalde elediler. Finalde rakip Bayern Münih’ti ve maç Allianz Arena’da oynanacaktı. Bu psikolojik üstünlüğün Bayern’e kayması demekti. Daha baskın oynayan taraf da Bayern’di genel anlamda. 83.dakikada öne geçtiklerinde sevinç gösterilerine başlamıştı Bayern taraftarları. Beş dakika sonra finalin hikayesini baştan yazansa Didier Drogba’dan başkası olamazdı çünkü kulübün üst seviyelere çıkmasında önemli pay sahibi ve o zamana kadar sayısız kritik anın başrolüydü. Büyük yıldızlar büyük anlarda kendini gösterir. Ve o daha evvel çokça finalde defalarca gol atmıştı. Skoru eşitleyen kafa golünü bulan Drogba, o anları otobiyografisinde şöyle anlatıyor:
“Bitiş düdüğüne üç dakika kala Nando(Fernando Torres) bize bir korner atışı kazandırdı. Atışı Juan Mata yaptı. Ceza sahası oyuncularla doluydu. David Luiz’in Bastian Schweinteiger’e “İzle, şimdi gol atacağız.” dediğini duydum. Top bize doğru havalandı, ben ceza sahası boyunca koştum, hızla içeri girdim, peşimdeki oyuncuyu kurnazlıkla alt ettim ve tıpkı amcamın bana seneler önce öğrettiği gibi kusursuz bir sıçrayış yaptım.”
“Yan çizgiye koşup kutlamak için dizlerimin üstüne çöktüğümde, tam bir trans halindeydim. Dakikalardır tanrıyla konuşuyor, ’Eğer varsan göster bana, göster bana!’ diye yalvarıyordum. Dolayısıyla gol attığımda tek yapabildiğim, ‘Neden, neden, neden? Neden bana gösterdi?’ dercesine iki işaret parmağımı gökyüzüne uzatıp defalarca teşekkür etmekti. İstemiş ve almıştım. Bu hayal edilemez, beklenmedik ve açıklaması imkansız bir durumdu.’’
O golle uzayan finalin sonucunu penaltılar belirledi. Chelsea’nin beşinci, en önemli, penaltısını atmak ona düşmüştü. Kendinden emin bir şekilde vuruşu yaptı ve Chelsea’ye yıllardır hayalini kurduğu kupayı kazandırdı. Yıllar boyunca defalarca kez kapısından döndükleri kupayı nihayet kazandığı için çok mutluydu. Kariyerinin sonuna yaklaşan Drogba için Chelsea dönemi olabilecek en iyi finalle bitti belki de. Mavilerden ayrıldıktan sonra yarım sezon Çin’in Şangay Shenhua takımında oynadı. Altı ayın sonunda, maaşının ödenmemesinin etkisiyle olsa gerek, ayrılmaya karar verdi. Juventus’un o esnada nabız yokladığı biliniyor ancak Didier Drogba’nın tercihi Galatasaray’dan yana oldu. Drogba, Fatih Terim yönetiminde ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde iyi iş çıkaran Sarı Kırmızılılara çabuk adapte oldu. İlk maçı olan Akhisar Bld. deplasmanında sonradan oyuna girdi ve unutulmayacak bir kafa golüyle açılışını yaptı. Real Madrid çeyrek finalinin rövanşında attığı enfes gol her Türk futbolseverin hafızasında olsa gerek. Drogba takımıyla çok sevdiği hocası Mourinho’nun Real Madrid’ine sahayı dar etmişti o akşam. Sonraki sezon Galatasaray’da 36 maçta 14 gol atan Drogba yine kritik anlarda tecrübesini konuşturuyordu. Süper Kupa’yı kazandıran golü attı ve yoğun kar yağışının böldüğü o unutulmaz Juventus maçında Sneijder’e kafayla asist yaptı. Galatasaray’la geçen 1.5 yılın ardından Chelsea’ye geri döndü. Mourinho da geri dönmüştü ve beraber yeniden Premier Lig’i kazandılar. Anlamlı zaferin ardından Amerika’ya transfer oldu. Montreal Impact ve Phoneix Rising’de oynadı. 40 yaşında da Phoneix’te futbolu bıraktı.
Drogba’nın ülkesi için ne tür anlamlar ifade ettiğine geri dönebiliriz şu aşamada. Fildişi Sahili tarihinin en iyi oyuncusu diyebiliriz kendisi için. 2006’da tarihinde ilk kez Dünya Kupası gören Fildişi Sahili kadrosunun parçasıydı. İki Afrika Kupası finali kaybetmesi onun adına şanssızlık olsa da bence değerli bir iş. Sonuçta o seviyeleri çok fazla görmeyen bir takımla böylesine tecrübeler yaşamak kıymetlidir. Bir forvetin sahip olması gereken çoğu özelliğe sahip Drogba, saha içinde olduğu kadar dışında da değerli işler yapan biri. Ve ülkesi için yaptığı çok önemli bir işi paylaşmak isterim. 8 Ekim 2005 tarihinde Fildişi Sahili, Sudan deplasmanında Dünya Kupası eleme maçı oynadı. Karşılaşma büyük önem arz ediyordu çünkü Fildişi Sahili kazanırsa ve Kamerun Mısır’ı yenemezse onlar kupaya gidecekti. Fildişi Sahili 3-1 kazandı ve Kamerun-Mısır maçı 1-1 bitti. Büyük sevinçler eşliğinde Drogba ve arkadaşları tarihi başarıyı kutlarken ülkeleri ciddi bir iç savaşın içindeydi. Oldukça kaotik olan o dönemde insanları birleştiren şey futboldu. Maç sonrası soyunma odasına ulusal kanal canlı bağlandı ve Drogba vatandaşlarına şu cümleleri kurdu:
”Kuzeyden ve güneyden, ortadan ve batıdan tüm sevgili Fildişili dostlarım, bugün size Fildişi Sahili’nin tek bir hedef uğruna birleşebildiğini ve birlikte mücadele edebildiğini ispatladık. Size, bu ülkenin insanlarını birleştireceğimize söz vermiştik. Şimdi sizden bir ricamız var: Afrika’da tüm bu zenginliklere sahip olan tek ülke, Fildişi Sahili, böyle bir savaşa teslim olamaz. Lütfen silahları bırakın. Seçime gidelim. Ve her şey hepimiz için iyi olacak.” [2]
Sanırım futbolun birleştirici gücüne ve Drogba’nın ülkesi için ne anlam ifade ettiğine daha iyi bir örnek bulamayız. Drogba’nın o anlık duygularla sarf ettiği sözler ülkede büyük yankı uyandırdı. Ve gerçekten dediği gibi seçimler yapıldı, hem de sıkıntısız şekilde. İç savaşın bitmesi iki yıl sonrasında oldu ama o günkü konuşma insanlara dokundu. Barış ortamının sağlanmasına önemli katkı verdi. Bunun yanında kendi ismiyle kurulan vakfıyla ülkesindekiler için sağlık hizmeti, eğitim gibi hususlarda da ciddi yardımlar yaptı. Birleşmiş Milletler tarafından 2007 yılında ”İyi Niyet Elçisi” seçilmesi ve Time dergisince 2010 yılında dünyaya etkisi olan 100 insandan biri olarak gösterilmesi hayırsever yönünün göstergeleri.
Bugün 45.yaşına basan Drogba’yı yazmak büyük keyifti. Premier Lig’in gördüğü en iyi santrforlardan biriydi. Fizik olarak başta zorlansa bile sonrasında adapte oldu. Birebirde onu yıkmak çok zordu. Golcülüğünün yanı sıra iyi frikikçidir de. Yolu Türkiye’den geçtiği için şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Galatasaray taraftarı olarak benim için özel yerdedir kendisi. Afrika futbolunun gelmiş geçmiş en özel oyuncularından sayılıyor Drogba. Kıta insanlarına saha içi ve daha değerlisi saha dışı çok ciddi katkıları var. Yaşadığı sıkıntılı süreçler, normal bir oyuncu yolunun olmaması, Chelsea’ye kattıkları, lider ve hayırsever yönü ve daha fazlasıyla o bir ikon. İyi ki varsın ve iyi ki futbol oynadın.
Yorumlar
Ad: Bars Topçuoğlu
Başlık: Drogba efsane
Dragba efsane bir futbolcu.
15.03.2023
Bir Yorum Bırak